30 Ağustos 2016 Salı

Kapadokya Tatilim!

Belki siz de benim gibi yıllardır Kapadokya'ya gitmek isteyip, 
bir türlü fırsat bulamamış olanlardansınızdır. :)
Ben en sonunda, bir arkadaşımla, bu yaz, bir hafta sonu gitme şansını yakaladım.

Hala gidememiş olanlar ve gidip de anılarını tazelemek isteyenler için de bu yazıyı hazırladım..


Kapadokya'ya giderken; öncelikli amacım: balona binmekti, doğal olarak 
ama hava şartları yüzünden, binemeden döndüm.
Neyse; bu konuya daha sonra geleceğiz. :)


Ben bir tur şirketinin hafta sonu için Kapadokya turunu tercih ettim.
Tur şirketinin adını buraya yazmıyorum; reklam gibi olmasın diye ama merak eden varsa; daha sonra paylaşabilirim. Şahsen, pek memnun kaldım. Sanırım, tura katılan herkes de aynı görüşte. :)

Turun bir gecesi yolda geçiyor; otobüste uyuyorsunuz yani. Sonraki gece de bütçenize göre seçtiğiniz bir otelde konaklıyorsunuz. Son gece de yolda, yani; otobüste geçiyor, yine. Çalışan kişiler için bu hafta sonu turları, ideal bence. Her şeyi, hızlıca yaptığınız için biraz yorucu oluyor ama cuma gecesi yola çıkıp, pazar gecesi dönmek; büyük avantaj, hiçbir işinizden geri kalmamış oluyorsunuz.

Otobüsümüz de pek konforluydu. Yolda, telefonumuzu şarj edebiliyor olmamız, büyük lüks.
Malum, Japon turistler gibi tur boyunca, sürekli fotoğraf çektiğimiz için iPhone'un şarjı, zırt pırt bitiyordu. :))

Koltuklar da; arkanızda oturan yolcunun isterse; 
şakaklarınıza masaj yapabileceği kadar yatırılabiliyor, maşallah :p
Siz yine de o kadar abartmayın; arkanızdaki da insan, yani. :)

Neyse efendim, cuma gecesi yola çıktık. En sonunda Kapadokya'yı göreceğim ve balona bineceğim için çok heyecanlıydım, yol boyunca. :)

İlk durağımız; "Ihlara Vadisi" oldu.


"Ihlara Vadisi", adından da anlaşılabileceği üzere; bir vadi. Hadi canım! :)


Bu şekli alması tabii ki yüzyıllar süren doğa olaylarının sonucu.
Zamanında, insanların buralara yerleşmesinin en önemli sebeplerinden biri; vadinin uzaktan hiç belli olmaması, yani; gizlenmek imiş. Vadideki oyuklarda; birçok kilise mevcut. Eski insanlar, kilise yaptıranların direkt olarak; Cennet'e gideceğine inanırlarmış; o yüzden her yer; kilise doluydu.


Kiliseleri ziyaret edip, fotoğraflar çekip, tarihi eserlerin üzerine adınızı yazdıktan sonra,
burada dinlenebiliyorsunuz. :) Şaka bir yana, gerçekten bazı Türk turistler adına utandım;
yüzyıllar önce yapılmış kilise resimlerinin yanına kendi adlarını yazmışlar, şaka gibi..
Tarihe azıcık saygı, lütfen.


Böyle şırıl şırıl sular akıyor, vadiden.. Sessiz ve huzurlu.
O kurbağalı, buz gibi suya, dayanamayıp; elimi soktum. :)
Bir daha kim bilir ne zaman Kapadokya'ya yolum düşecek de o suyun ne kadar soğuk olduğuna bakma şansım olacaktı..


Evet, yolda pijama altı ve sandalet tercih ettim. :)
Otobüs yolculuğunun altın kuralı; rahat giysiler tercih etmek ve ayaklara hava aldırmaktır. :)
Bunu yazın, bir kenara.

Pazar gecesi, eve döndüğümde; bileğim kaybolmuş, ayaklarım; insan ayaklarından başka her şeye benzemişti; adeta bir Hobbit ayağına dönüşmüştü, aldığım bu önleme rağmen. Otur otur; şişiyor, tabii. :) Neyse, konudan uzaklaşmayalım.. :)


Ihlara Vadisi'ne böyle, bilmem kaç yüz tane basamak inerek ulaşıyorsunuz.
İnişte; manzara, çok güzel ve hava, ferah, tabii.
Dönüşte; aynı basamakları çıkarken, kalp krizi geçirme keyfi :))


Kiliselerin içinde fotoğraf çekmek, karanlık olduğu için oldukça zordu.
Flaş kullanmak, yasak olduğu için sadece aydınlık olan mağaralarda, fotoğraf çekebildim.


Sonra, Narlıgöl'e geldik, yamulmuyorsam. :)


Narlıgöl'de çok kısa bir süre için durduk;
 selfie çekmekten başka yapılabilecek pek bir şey de yoktu, zaten. :)
Dudak büzüştürmeli selfie çekilir..


Sonra, yeraltı mağaralarına indik. Tüneller çok dar, alçak ve geçmesi zordu. 
Oldukça dikkatli geçmeme rağmen; bir yerde kolumu sıyırıp, kanattım, maalesef.


Bu mağaraların her gözünde bir aile yaşıyormuş, zamanında ve tehlikeli insanlardan saklanmak için sığınak olarak kullanıyorlarmış, buraları. 


Bu mağaralara; mutfak, kiler, şaraphane vs. oymuşlar; gerçekten inanılmaz. Yukarıdaki fotoğraf, şaraphane, örneğin. İçerisi, çok karanlık olduğu için sadece bazı ışıklandırılmış yerlerde fotoğraf çekebildim. Yerin altına doğru, toplam 5 kattı, sanırım. 


Buralarda yaşayan insanlar, ilk katlara; hayvanlarını bırakıp, arkalarından taş kapıyı kapatıyorlarmış ki; tehlikeli insanlar, aşağıya inmeyi düşünmesin diye. Bildiğiniz, taş devri yani..


Mağara maceramızdan sonra, Aydede Restaurant'ta öğle yemeğimizi aldık ve yemeğin ardından; Çavuşin Çömlek Atölyesi'ne gittik. Burada, ilk önce, ustasından, tornada çamurdan şekerlik yapımını izledik. Sonra, tura katılanlar arasından gönüllü bir kişi, aynı şekerliği yapmaya çalıştı ve gerçekten ortaya çok eğlenceli görüntüler çıktı; gülmekten öldük.. :)


Çömlek atölyesinde fotoğraf ve ya video çekmeyi unutmuşum ama yukarıdakine benzer bir sahne yaşandı, gerisini sizin hayal gücünüze bırakıyorum. :))

Buradan, Hayaller Vadisi'ne geçtik. Hayaller Vadisi'ndeki en ünlü peri bacası; deveye benzeyen imiş, efendim. Deveye benziyor diye üzerine binmeye çalışan Türk turistler yüzünden etrafını çevirip, koruma altına almışlar. :)


Vadide en çok "bir şey"e benzeyen peri bacası, buydu.
Diğer peri bacalarına da bakıp "Aa, bu Meryem Ana'ya benziyor, aa bu da şeye benziyor" şeklinde,
hayaller kurarak eğlenebilir, bol bol fotoğraf çekebilirsiniz.


Deve demişken; 
tur boyunca farklı farklı develerin fotoğraflarını da çekmeyi ihmal etmedim, tabii ki. :)


Resmen; poz veriyordu.. Pek de fotojenik, kendisi. :)


"Haberim yokmuş gibi çek, panpa!" :)


Bu develerle, kafanıza otantik bir başlık takarak fotoğraf çektirmek bile ücretli, bu arada.
Tabii ya, ne sandınız? :)
Üzerine binip, kısacık bir tur atmak ise; 20 TL. Turist kazığı keyfi.. :)


Ben bu deveyi, fotoğrafta gördüğünüz gibi korka korka sevdim çünkü kendisi, aniden bana doğru dönerek ve ayaklanacakmış gibi yaparak; beni bir kaç kez geri zıplattı. :))


Bu sene, darbe girişiminden, genel siyasi durum ve terör olaylarından dolayı, turistler çok azalmış, bölgede. O yüzden devecikler de tatil de yapma fırsatı bulmuş..
Aynı sebepten; balon turu fiyatları da düşmüş. Biz gittiğimiz zaman; kişi başı 110 Euro yerine; 95 Euro'ya düşmüştü. İntenetten, önceden araştırıp, satın alırsanız; daha uygun fiyata da balon turları var, ben sonradan gördüm.


Sadece develerle mi fotoğraf çektirdim? Tabii ki hayır. :)
Bu sevimli eşeği, yalnız başına takılırken görünce; yanına gidip halini hatırını sordum.
Beni pek sevdi, göğsüme kafasını koydu, benimle selfie çektirdi. :))


Aynı eşek, bu fotoğrafta, mis gibi kokan, yeni yıkanmış saçlarımı koklarken.. :)
Koklamaya doyamadı vallahi, şampuanımın ya da parfümümün kokusunu çok sevdi, sanırım. :)


Eşeği, yukarıdaki fotoğrafta; peri bacalarının orada takılırken görebilirsiniz. :)


Böyle bir bitki örtüsü var, civarın. Önde görmüş olduğunuz da nazar boncuklu ağaçlardan bir tanesi.

Ürgüp - Göreme civarında, nazar boncuklu ağaçlardan çokça var 
ama en meşhuru ve esas olanı; Güvercinlik Vadisi'nde olanmış.


O zamaan, Güvercinlik Vadisi'ne hoş geldiniz.. :)

Dev güvercin heykelinin altında, Atatürk'ün dünyaca ünlü "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözü yazılı.


Dileyenler, bayır aşağı inebilir, tabii ama biz sadece fotoğraf çekmek ile yetindik. :)


Bölgede, volkanik küllerden oluşan verimsiz bir toprak olduğu için zamanında, insanlar buradaki peri bacalarının içine güvercin yuvaları yapmış; böylece güvercin gübresi elde edip; toprakla harmanlayarak; onu daha verimli bir hale getirmeyi hedeflemişler.

Biz de oradaki güvercin yemi kutucuğuna 1 TL atıp, bir bardak yem aldık ve güvercinlerin karnını doyurduk, gelmişken. :) Mmh, gelsin gübreler.. :))


Yukarıdaki de esas "Nazar Boncuklu Ağaç".
Böyle, buraya her gelen, oradaki dükkanlardan bir adet nazar boncuğu satın alıp,
bu ağaca bağlıyormuş.


Büyüklü küçüklü nazar boncuklarıyla dolu bu ağaçla, 
turistler de fotoğraf çektiriyor, bol bol, anlayacağınız.


Turumuzdan sırayla gidecek olursak; Hayaller Vadisi'nden sonra, Ürgüp'teki
Turasan Şarap Fabrikası'na gittik. Fabrikayı gezerken, şarap çeşitlerinin yapımını öğrendikten sonra, şarap tadımı yaptık ve dileyenler, şarap satın aldı.


Ben de bir şişe, orta sertlikteki, ödüllü "Seneler" kırmızı şarabından aldım.


2014 yılı, Öküzgözü & Boğazkere, Silver ödüllü.


Merak edenler için görmemişler gibi fotoğrafını da paylaşıyorum. :)
Açtım, içtim. Güzel şarap, tavsiye ederim. ;)


Şarapları içip, kafamız güzel olduktan sonra, "Üç Güzeller" adıyla ünlenmiş,
üçlü, meşhur peri bacalarını görmeye ve fotoğraf çekmeye gittik.


"Üç Güzeller" ve yeni kırmızı rujum. :)

Artık gezmekten ve fotoğraf çekmekten dolayı; yorgunluktan ölmek üzereyken; akşam oldu ve herkes, otellerine dağıldı. :) Yani otobüsle bizi, otellerimize bıraktılar. Farklı farklı otelleri seçebiliyor olmamız güzel bir opsiyon, bence. Tura katılanlardan bazıları; Burcu Kaya Hotel'de kaldı. Biz ise; Peri Tower Hotel'de kaldık.

Peri Tower Hotel, Nevşehir'in güzel otellerinden biri, bence. Gerçi, diğerlerini pek görmedim ama internetten ve filmlerden gördüğüm kadarıyla söyleyebilirim. Temizdi, hoştu, açık büfe kahvaltısı ve akşam yemeği de güzeldi, lezzetliydi. Otel, sessiz sakindi, fotoğrafını çekmemişim, maalesef ama dileyen, buradan bakabilir:


Gece için "Türk Gecesi"ne katılmak isteyenler, en az 10 kişi olunca; otellerden otobüs kalkıyormuş. Uranos Sarıkaya Cave Restaurant'ta masada sizi hazır bekleyen yaprak sarma, acılı ezme, peynir, kavun gibi mezeler eşliğinde, dilediğiniz kadar yani sınırsız yerli içki alabiliyorsunuz; bira, rakı vs. de dahil olmak üzere. Bardaklarınızı hiç boş bırakmıyorlar..


Mağaranın içerisine oyulmuş, serin restoranda, içkilerinizi yudumlayıp, mezelerinizden tırtıklarken;
dansöz ve halk oyunları gösterileriyle neşenizi buluyorsunuz.. Halk oyunları ekibinin enerjisine hayran kaldım açıkçası; yorulmak bilmediler; defalarca sahne aldılar. Dansöz ise; gerçekten yaptığı işin hakkını veriyordu; hem dansı güzeldi hem de izleyicileri de sahneye davet ederek, keyfili dakikalar yaşattı, bize. :) Bkz: belly dance yapamayan erkekler :)


Biz, "Türk Gecesi"nde güzel zaman geçirdik. Ekstra 55 TL ücreti vardı ama bence gidin derim, otelde boş boş oturmak ve ya erkenden uyumak yerine. :) Üzerinize bir hırka almanızı tavsiye ederim, gidecekseniz. Zira restoran, mağaranın içerisine oyulmuş olduğu için oldukça serindi.


Yukarıdaki rölyef de restoranın duvar süslemelerinden.


Bu fotoğraf da yine restorandan. Ertesi gün de öğle yemeğimizi burada aldık. Biz, pastırmalı kuru fasulye ve baklava seçtik, lezzetliydi. Öğle yemekleri, turun dışında, ekstra ücretlendiriliyor, bu arada. Meraklısı için belirteyim.

Gece 01:00 gibi otele dönmüştük sanırım. Ertesi sabahın köründe, balona binmek için adını yazdıranlardan ve ödemesini yapanlardan olduğumuz için sabaha karşı 04:00 gibi otelimizden alındık. :) Balona binmeden önce, Japon turistlerle bekleşilen kahvaltı alanına geldik. Kahvaltı dediysem; açık büfe falan beklemeyin; kek-kurabiye, çay-kahve türünden, küçük ve sevimli ikramlar. :)
Bekledik, bekledik.. Bekledik.. ve kötü haber geldi; rüzgarın hızı saatte 10 km'yi geçince; balonlara kalkış izni verilmiyormuş, maalesef. Özet olarak; balona binemedik. Tamamen şans, yani. Bizden önceki turlarda hep havalanmış, balonlar. Ühüü, binemedim.. :)


Binemeyince; bari dekoratif balonlar ile idare edeyim dedim. Bir tane asmak için balon aldım. Müze kartla, müze mağazalarından indirimli satın alabiliyorsunuz. 


Bir de esnafı sevindirmek için girdiğimiz dükkanlardan birinden, buzdolabı için balon mıknatısı aldım. :) "Alın-verin-ekonomiye can verin!" :p Yaşasın, kapitalizm, dermişim..

Balona binemedim diye çok içimde kaldı, vallahi. Biri, beni balona bindirsin. :)
Hem uçuş sertifikası da alacaktım. Tatlı rehberimizin söylediğine göre; balonları ağaçlara yaklaştırıp; meyve falan koparttırıyorlarmış, bazen. Bizi mi yedi, yoksa? :) Ne zevkli olurdu, kim bilir..

Neyse, bizi otelimize geri bıraktılar, ertesi gün de balon ücretlerini iade ettiler.
Otele dönünce; uyuyacak 1 saat falan kalmıştı sanırım. Odalarımıza çekilip, bir saat kadar uyuyup, kahvaltıya indik. Güzel bir kahvaltının ardından, tur otobüsümüze bindik ve ikinci gün maratonu başladı. :)

İlk durağımız; "Göreme Açık Hava Müzesi".


Göreme Açık Hava Müzesi'ne gişelerden müze kartınızla girebiliyorsunuz. Tura çıkmadan önce, bu karttan mutlaka satın alın derim; böylece beklemeden geçebiliyorsunuz.


Gezmesi çok zevkli bir müzeydi. Peri bacalarının içine oyulmuş kiliseler, yemek odaları..
Buradaki oyuklardan birinin içerisindeki 50 kişilik taş masayı ve önemli kiliseleri görmeden dönmeyin.


Çok da yormayın kendinizi; bazı oyukların içi tamamen boş; görülecek bir şey yok yani. :)


"Dağdan döne döne" inerken; manzara, oldukça güzel. :)


Peribacaları / Göreme Tarihi Milli Parkı.


Buradan sonra da, Tokalı Kilise'yi ziyaret ettik.


Artık gezmekten çok yorulduğumuz için bir içecek molası verdik. 


Jacob's Coffee House'ta, buz gibi bir nar suyu içer miyiz? :)

Buradan sonra, yukarıda bahsetmiş olduğum Güvercinlik Vadisi'ne gittik. Oradaki dükkandan alışverişlerimizi yaptık.


Volkanik küllerden oluşan topraktan elde edilen kil maskesinden satın aldım.
Siyah noktalara ve lekelere iyi geldiğini söylediler. Birkaç kez uyguladım ama henüz bir etkisini görmedim; cildi yumuşatıyor, galiba, sadece. :)


Bir de vanilyalı sabun aldım; çok güzel kokuyor.. :)

Arada bir de oniks taş atölyesine gittik, burada doğal taşların nasıl işlendiğini ve her birinin yararını öğrendik; daha sonra dileyenler, mağazadan alışveriş yaptılar.


Ben de yıldız taşından yapılmış, bu uzaktan siyah gibi görünen ama yakından lacivert olan, galaksileri hatırlatan boncuklu bileziği aldım. Mağaza, oldukça pahalıydı ama Türk turistlere cazip indirimler sunuyorlar, dayanamayıp bir hatıra alıyorsunuz. Bu yıldız taşı; siniri, agresifliği önlüyormuş ve yumuşak bir insan olmanızı sağlıyormuş. Tam, da ihtiyacım olan şey, yani. :)

Sonra efendim, Kızılırmak Asma Köprü'den yürüyerek geçip dilek tutmak, adettenmiş.
Biz ise; otobüsün içerisinde, ayağa kalkarak dilek tuttuk; çok komikti, gerçekten. :)

Uranos Sarıkaya Cave Restaurant'ta yani mağara restoranımızda, öğle yemeğimizi yedikten sonra,
Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi'ne doğru yola çıktık.

Rehberimiz, bu civarın çok kalabalık ve etrafta yan kesicilerin olduğunu söyleyerek, otobüsten inmeden önce, bizi uyardığı için çantalarımıza yapışarak gezdik. Biraz gergin bir gezi oldu, gerçekten de. Etrafınızı, bir anda dilenen çocuklar sarabiliyor..

Hacı Bektaş-ı Veli dergahını gezmek ve burada yaşanan hikayeleri dinlemek, o Osmanlı'dan kalma, koca koca yemek kazanlarını, kepçelerini, üzerine oturulan hayvan postlarını, kilimleri görmek, ilginç bir deneyim oldu, benim için. Burada da fotoğraf çekmedim, maalesef.

Buranın avlusundaki, kesilmesi yasak olan, bir tarafı meyve veren, diğer tarafı kurumuş,
kutsal olduğuna inanılan, tarihi dut ağacını görmeden dönmeyin.


Çok güzel poz veririm.. :)


Nevşehir çevresinden manzaralar..


Çeşitli peribacaları..


Sonra da yavaş yavaş dönüş yolculuğuna geçtik ve İstanbul'da Hobbit ayaklar.. :)


Nevşehir'den Kırşehir'e yol manzarası.

İşte böyle sevgili okuyucular.. :)

Umarım, keyif alarak okuduğunuz bir yazı olmuştur.
Yorumlarınızı bekliyorum. :)

Beril Öke Gülen

2 yorum:

  1. Merhaba blogunuzu yeni kesfettim ve takibe aldim bende beklerim 😊

    bayankirpikk.blogspot.com

    YanıtlaSil
  2. Merhabalar, çok teşekkür ederim, yine beklerim. :) Ben de ziyarete geleceğim..

    YanıtlaSil

Yorumlarınız, beni çok mutlu ediyor; lüften yorum bırakmak için birkaç dakikanızı ayırın.. :)